22 Kasım 2011 Salı

Helldorado - The Ballad Of Nora Lee

Romantik ama sonu öbür tarafta buluşmak üzere kötü biten, bir aşk hikayesi...




Once upon a time there lived a lady young and fair
Raven hair and rosy cheeks and no one to compare
Daughter of a noble man in a little town
And her name was nora lee, and it was spoken all around

It's told that she was courted by two men of different kin
One of them a shoemaker that made boots of lizard skin
The other was the sheriff in this little town
And he swore he'd marry her or else he'd put her in the ground

One night the moon was brightly shining in the sky
She went to see the shoemaker and with him she did lie
'you are my own true love' she whispered soft and low
But they'd been spied upon that night, and soon the sheriff he would know

Then came a cold and dark night and the wind was blowin' free
The sheriff and his men they tied poor nora to a tree
Full of wickedness they stole her maidenhead
Then they stabbed her with a knife 'till they were sure she was dead

Her body it was found the next day on the banks below
The news was heard and many hearts were filled with grief and woe
'the guilty one will soon be hung' the sheriff he did claim
And he called upon his men, the shoemaker to blame

The scaffold it was built and all the people gathered round
Just to watch that poor boy taken to his hangin' ground
The rope was tied around his neck for everyone to see
And as the hangman pulled the rope, then he would meet his nora lee

----------------------

Bir zamanlar genç ve insaflı bir kız yaşardı
Kimseye benzemeyen kuzguni saçları ve pembe yanaklarıyla
Küçük bir kasabadaki soylu adamın kızıydı
Adı nora lee idi, ve etrafta konuşulurdu hakkında

Farklı ailelerden iki adamın ona kur yaptığı anlatılırdı
Biri ayakkabıcı, timsah derisinden ayakkabı yapardı
Diğeri bu küçük kasabanın şerifi
Ve yemin etmiş onunla evleneceğine ya da öldüreceğine

Bir gece, ay gökyüzünde parıldarken
Ayakkabıcıyı görmeye gitti ve onunla yattı
'gerçek aşkım sensin' diye fısıldadı yumuşak ve yavaşça
Ama üzerlerindeki gece tarafından gözleneceklerdi ve sonunda şerif bilecekti

Sonra soğuk ve karanlık bir gece geldi ve esiyordu rüzgar serbestçe
Şerif ve adamı bağladılar zavallı norayı bir ağaca
Şerle dolu adamlar çaldılar onun kızlığını
Sonra öldüğüne emin olana kadar bıçakladılar bir bıçakla

Ertesi gün bulundu bedeni bir gölün kıyısında
Haberler duyuldu ve birçok kalp kederle ve yasla doldu
'suçlu olanın asılacağını' iddia etti şerif
Ve adamından yardım istedi, suçlaması için ayakkabıcıyı

Darağacı kuruldu ve bütün insanlar etrafında toplandı
İzmemek için zavallı çocuğu getirilirken asılacağı meydana
İp geçirildi boynuna herkes görebilsin diye
Ve celladı çekti ipi, sonra buluşabilsin diye nora lee si ile.

19 Kasım 2011 Cumartesi

Metropolis (1927)



Yönetmen: Fritz Lang
Senaryo: Thea von Harbou, Fritz Lang

“Bizi yıldızlara ulaştıracak bir kule inşa edeceğiz!” Fütüristik mega şehrimiz Metropolis’te yaşayan insanlık ikiye ayrılır: lüks gökdelenlerde yaşayan işverenler ve yaşamını yeraltında köle gibi çalışarak idame ettiren işçi grubu. Kaçınılmaz sonuç ise kapitalist sistemin ayrılmaz parçalarından biri olan ‘sosyal kriz’. Filmin Thea von Harbou ve Fritz Lang tarafından yazılan senaryosu, zamanın ötesinde gezinen kurgu ve efektleriyle birleşir ve böylece sinema tarihinin en önemli bilimkurgu yapıtlarından biri ortaya çıkar. Fritz Lang tarafından yönetilen bu distopya, “El ve beyin arasındaki aracı, kalptir.” gibi, zamana damgasına vuran bir cümleyle kapanışı yapar.

Metropolis 80 yaşında yeniden keşfedildi

     Steven Spielberg'e göre insanlar, Metropolis izleyenler ve izlemeyenler olarak ikiye ayrılıyor. Filmin ünlü "El ile beyin arasındaki uzlaşmanın yolu kalpten geçer," repliğine bakıldığında, masalcı ve çocuksu yönetmenin hayranlık nedeni anlaşılabilir. Avusturya doğumlu Fritz Lang'ın bilimkurgu sinemasının temel taşı olarak kabul edilen filmi, aşk yoluyla bölünmüş toplumsal yapıyı uzlaştırmaya çalışsa da, kapitalist bir düzende işçiler ile işveren arasında yaşanan sosyal krizi anlatan bir distopya olarak, böyle romantik maksatları kat kat aşıyor. Mitolojiden İncil'e, Marksist ideolojiden faşizmin ayak seslerine kadar sayısız okumanın da yapılabildiği, sonuçta ortayı bulmaya çalışarak sosyal demokrasi kıvamında bir adalet öneren bu görsel şaheser, sinemada devrim yaratan yapım tasarımı ve insanlığa dair mesajlarıyla da, hâlâ gün gibi taze. Esas gücü, modern çağımızın endişelerine tercüman olabilmesinde. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz; ırkçılıktan yurtsuzlaşmaya muhtelif uyarılar var. Maksat siz bunlardan birine uyanmaya niyetlenin, olmadı sinemanın görselliğindeki anlatım gücüne hayran olun. Yani Metropolis misali karanlık bir gelecekle doğrudan işi olmadığı bilinse de, Spielberg sadece bir sinema fenomenini değil, kahince bir öngörüyle günümüzün hal ve gidişatını resmetme başarısını da takdir ediyor olmalı. Üstelik filmde mimarinin ve fotoğraf teknolojisinin kullanımına bakıldığında, günümüz özel efektlerine parmak ısırtıyor. Ne de ola niyeti ve öngörüsüyle herkesleri aşan bir hayalgücü var ortada. 21. yüzyıldaki (işe bakın ki günümüz!) dünyayı gelecekçi bir bakış açısıyla anlatan bu kara ütopyacı filmin geçmişten günümüze bilimkurgu türünü şekillendirdiği de biliniyor. Dolayısıyla kimlerin hayalgücünün tetiklemedi ki!

POPÜLER KÜLTÜRE YÖN VERDİ
     Bu filmin Ridley Scott (Blade Runner/ Bıçak Sırtı), George Lucas (THX 1138) ve Jean-Luc Godard (Weekend) ile Terry Gilliam (Brazil) gibi nice sinemacının ufkunu açtığını bilsek de, Alfred Hitchcock ve Ingmar Bergman misali ustalara da ilham kaynağı olduğu anlaşılıyor. Film ayrıca, Madonna'nın video kliplerinden Batman'in Gotham şehrine kadar, popüler kültürümüze yön vermiş durumda. Öyküsü de tüm zamanlara uygun bir klişe. Yeraltında makinelerle birlikte yaşayan işçi sınıfı (el) ve yukarıda konforlu bir yaşam süren yönetici sınıf (beyin) arasındaki gerilimde, Maria adında, Meryem Ana misali arabuluculuk yapan genç ve güzel bir kadın (kalp) ve ona olan aşkıyla, bu adaletsiz gidişata uyanıp, durumu Mesih gibi kurtarmaya kalkışan patronun oğlu. Gerçi sonuçta filmi naif finaliyle eleştiriyoruz ama dön dolaş izlenilesi bir klasik karşımızdaki. Zaten bu filmi pek yakında izlemeyen de kalmayacak. Metropolis son teknoloji örneği Blu-Ray DVD biçimi ile gelecek yıl tüm dünyada satışa sunuluyor. Ne de olsa doğum günü bahane, 80 yaşını devirdi! Üstelik üç beş gün önce gelen müjdeli bir haber belli ki ömrünü uzatacak. Malum, 1927 yılındaki ilk vizyonunun ardından önce Alman yapımcı sonra da Amerikalı dağıtımcılar tarafından paramparça edilerek kısaltılan film, yaklaşık üç buçuk saatlik orijinalinin yarısından da az süresi ve bol çizikli yıpranmış kopyasıyla izlenmişti yıllarca. Arada rock müzikle süslenmiş versiyonu da yapılmıştı. Neyse ki arama tarama çalışmalarıyla bulunan eksik parçaların ilavesiyle restore edilen iki saatlik yeni versiyonu, 2002'de seyirciyle buluştu. Yani geçenlerde, Arjantin'deki bir film müzesinde bulunan 25 dakikalık kayıp bobinler de, filmin makus talihinin epeyce dönmüş olduğunun işareti. Aileden mimar olan, ama gönlünü sinemaya kaptıran Fritz Lang'in filmi çekme süreci ve sonrası da epey meşakkatli olmuş. Dönemin Alman fantastik sinemasının alamet-i farikası olan muhteşem set tasarımları düşünüldüğünde, Lang'in de mimarinin kullanımına ve mini ölçekleri aşan dev maketlere meyli anlaşılabilir. Alman dışavurumcu akımının en önemli örneklerinden olan film, elbette ki görsel etkisini de tasarım ve mimari ilişkisini mükemmelen kurabilmesinden alıyor. Yatay değil, gökyüzüne uzanan gökdelenlerle konumlanan Metropolis kentini havada uçuşan araba ve uçaklarla süsleyen Lang, bizi modernizmin karmaşısıyla tanıştırırken, cam, çelik ve betondan oluşan yapılanmayla doğadan ne denli uzaklaştığımızı vurguluyor. İnsani dokunuşun yok olduğu, modern metropol yaşamının yol açtığı yersiz-yurtsuzlaşma hali de ortada.

Kaynaklar:
http://www.imdb.com/title/tt0017136/

http://www.filmhafizasi.com/sinema-odalari/gumus-ekran/metropolis-1927/
http://arsiv.sabah.com.tr/2008/07/11/cm/haber,9E342CE6FDB64BA0ADF663CC0D581451.html