21 Aralık 2010 Salı

Mahsuni Serif - Ahmet Kaya'ya


Çok canlar yedi oy aney
Doymak bilmedi gurbetin uzaklığı
Nice çiçeğim hazan vurdu
Bu acı bir kara düzenin tutsaklığın

Vatandan öteye yığıldı bunca dertler
Hasrete gömüldü gittiler
Mustafa Suphiler, Nazımlar, Yılmazlar, Sebahattin Aliler
ve de Ahmetler...

Ağladıkça bahar oldu dağların
Toprağına küsme Ahmet geri gel
Gurbet eller burdan güzel değildir
Yaban elden esme Ahmet geri gel

Gelemez misin dönemez misin
Gözüm niye üzgünsün gülemez misin

Kolay değil gurbet elin yarası
Yoktur bizim ile onun arası
Bu memleket ata dede mirası
Hemen ümit kesme Ahmet geri gel

Gelemez misin dönemez misin
Gözüm niye üzgünsün gülemez misin

Mahzuni barışın yoluna kurban
Ahmet mızrabına teline kurban
Hangi dil bilirsen diline kurban
Sen yeter ki susma Ahmet geri gel

Gelemez misin dönemez misin
Gözüm niye üzgünsün gülemez misin

Aşık Mahzuni Şerif

17 Aralık 2010 Cuma

Bu alemi gören "sen"sin

Bugün Pentagram'ın 1987 adlı Konser DVD sini dinliyordum ki "Bu alemi gören sensin" adlı şarkının aşağıdaki sözleri dikkatimi çekti. Sözleri araştırdığımda Aşık Veysel'e ait olduğunu öğrendim. Bugün bile, bu şarkı gibi uygun bir zeminde bu sözlerin geçerli olup ilgi çekebilmesi Aşık Veysel'in geniş ufuklu, dengeli ve derin yaşam felsefesini daha iyi tanımamı sağladı. Bunun için hakkında satanistlik konusunda spekülasyonlar üretilen daha sonra 2001 yılında yaptıkları "Bir" adlı albümle haklarında ortaya atılan iddialara cevap veren Pentagrama teşekkürler.

ekşi sözlükten ==> aşık veysel alevidir. bu şathiye onun tanrı inancı hakkında değildir, din adamlarının anlattığı çarpık islamın çizdiği veya aynı şekilde bozulmuş semavi dinlerin betimlediği tanrı inancını alaylı bir şekilde sorgular. veysel'in dediği şudur; eğer tanrı sizin anlattığınız gibiyse gerçekler neden böyle ve anlattıklarınızla çelişiyor?
^ Fotoğraf: Ara Güler

Bu alemi gören sensin
Yok gözünde perde senin

Haksıza yol veren sensin
Yok mu suçun burda senin

Kainatı sen yarattın
Her şeyi yoktan var ettin
Beni çıplak dışar'attın
Cömertliğin nerde senin


Evli misin ergen misin
Eşin yoktur bir sen misin
Çarkı sema nur sen misin
Bu balkıyan nur da senin

Kilisede despot keşiş
İs'Allahın oğlu demiş
Meryem Ana neyin imiş
Bu işin var bir de senin

Kimden korktun da gizlendin
Çok arandın çok izlendin
Göster yüzün çok nazlandın
Yüzün mahrem ferde senin

Binbir ismin bir cismin var
Oğlun kızın ne hışmın var
Her bir irenkte resmin var
Nerde baksam orda senin

Türlü türlü dillerin var
Ne acayip hallerin var
Ne karanlık yolların var
Sırat köprün nerde senin

Ademi sürdün bakmadın
Cennette de bırakmadın
Şeytanı niçin yakmadın
Cehennemin var da senin

Veysel neden aklın ermez
Uzun kısa dilin durmaz
Eller tutmaz gözler görmez
Bu acayip sır da senin

14 Aralık 2010 Salı

Niçece

...

Her şey bir muammadır kadında ve her şeyin tek bir çözümü vardır onda: adı hamileliktir. Erkek kadın için bir araçtır: amaç daima bir çocuktur. Peki, kadın nedir erkek için? İki farklı şey ister sahih erkek: tehlike ve oyun. Bundan ötürü ister kadını, en tehlikeli oyuncak olarak. Savaş için eğitilmelidir erkek ve kadın da savaşçıyı dinlendirmek için: deliliktir bunun dışındaki. Fazlasıyla tatlı meyveler. Sevmez bunları savaşçı. Bu sebeple sever kadını; en tatlı kadın dahi acıdır zira. Kadın, çocukları erkeklerden daha iyi anlar, lakin erkek daha çocuktur kadından. Bir çocuk gizlidir sahih erkekte: oynamak ister. Haydi kadınlar, keşfedin bakalım erkekteki bu çocuğu! … ve itaat etmelidir kadın, ve bir derinlik katmalıdır yüzeyselliğine. Kadının ruhu bir yüzeydir, sığ sular üzerindeki oynak, fırtınalı. Erkeğin ruhu ise derindir, çağlar nehri yer altı mağaralarında: kadın onun gücünü sezer, lakin idrak edemez..
...

Şöyle buyurur divanenin teki : “insanlarla ilişki içinde olmak karakteri bozar. Hele hele o kişinin bir karakteri yoksa.”

Kimi kendini aradığı için gider yakınına, kimi de yitirmek istediği için kendini. Kendinize duyduğunuz kötü sevgi, zindana çevirir yalnızlığınızı.

"Tek Bir Şey Olabilmek, Tek Bir Şeye Varabilmek İçin, Çok Yerde, Çok Şey Olmak, Bu Bendeki Sağduyudur."

"Erdem Uyumuşsa Deha Zinde Kalkar."

”Hayat kendini yakmak ve buna rağmen ısınamamaktır” der kadim gevezeler.

Yüreğinin Götürdüğü Yere Git kitabından

...

Senin yaşında insanın derleyip toplayacağı çok şeyi, tasarıları vardır ve bu tasarılarında da güvensizlikleri. İnsanın bilinçsiz yanının bir düzeni ya da açık seçik bir mantığı yoktur; kişi, günlük dertlerinin şişmiş, biçimsizleşmiş kalıntılarıyla en erin amaçları birbirine karıştırır, bu amaçların arasına da bedenin gereksinmelerini sıkıştırır. Böylece insan sofraya oturunca yiyemediğini görür düşünde.

Köpekler insan duygularına karşı öyle duyarlıdırlar ki, insanlar bilmezlikten geldikleri pek çok şeyin onların ürkek gözlerinde yansımasından hoşlanmıyorlar.

Ne yazık ki, çocukluğu bir körlük, bir yoksunluk olarak algılamaya, içinde fazlasıyla zenginlik barındıran bir şey olduğunu görmezden gelmeye alışmışız.

Hiç olmazsa bir ermiş yazgısına sahip olabilseydim. Oysa kaderim bana olağanlığın acımasızlığını hazırlamıştı.

Mutluluğun hep bir nesnesi vardır, bir şeyler yüzünden mutlu olunur, bir olaya bağımlıdır. Oysa neşenin nesnesi yoktur

Güneş Ülkesi kitabından alıntı



……………………

Hospitalario : Peki Güneş Kentliler Adem’in günahı konusunda ne düşünüyorlar?

Cenovalı: Onlarda bizler gibi dünyada büyük bir bozulmanın yaygınlaşmış olduğunu, insanların hak etmedikleri, iyiye işkence çektiren, hakaret edip aşağılayan ve onun, kötünün ayakları altında ezilmesine imkan tanıyan yasalar yerine, olması gereken doğru yasalarla yönetilmesi gerektiğini kabul ediyorlar. Ancak itiraf etmedikleri şey, bu kötülerin görünürdeki mutlu halleri; onlar bunların mutlu olduklarına inanmıyorlar, çünkü diyorlar, insanın, neyse o olmayı kabul etmek yerine, - çevrelerindeki konumlarını korumak adına, sürekli olarak bireyselliklerinden vazgeçen sahte krallıkların, sahte bilgelerin, sahte kahramanların, sahte azizlerin yaptıkları gibi- hep başka bir kişilikle görünmek uğruna kendi özünü durmadan ayakları altına alması, mutluluk değildir. ……………………

29 Kasım 2010 Pazartesi

GÜNEŞ ÜLKESİ

GÜNEŞ ÜLKESİ

İtalyan Giordano Bruno 1600 yılında Roma'da diri diri yakılırken Fransız Michel de Montaigne yaşamıyordu, öleli sekiz yıl olmuştu. Ama bir başka İtalyan, Tommaso Campanella, o sırada otuz iki yaşındaydı ve Bruno'nun diri diri yakılışını gördü. Oysa, onun da başına gelecekler vardı, diri diri yakılmayacaktı ama, İspanya egemenliğine karşı çıktığından ötürü ömrünün yirmi yedi yılını Napoli zindanlarında geçirecekti.

XVI. yüzyıldan XVII. yüzyıla geçiyor, XVIII. yüzyıla yöneliyoruz. Görüyorsunuz ki XII. yüzyılda öldüğü sanılan ortaçağ henüz gizli gizli yaşamakta, can çekişmektedir. Bu koca karanlık çağı öyle birkaç yüzyıl içinde temizleyivermek olacak iş değildi elbet.

Kendilerini mutlu kılacak devleti yeryüzünde bulamayan insanlar, onu masallarda tasarlıyorlar. İngiliz Thomas More'un Ütopya masal devletinden sonra, İtalyan papazı Tommaso Capanella'nın (1568-1639) Güneş Ülkesi masal devleti böylesine bir düşünce ürünüdür. Örnek, Platon'dan gelmiştir. Rönesans, yeni Platonlar yaratmaktadır. Aranılan, insan mutluluğudur. Tommaso Campanella da Platon'la Tomas More gibi, bu mutluluğun, düzenli bir devletle gerçekleşebileceği kanısındadır. Her üçüne göre de kişilerin mutluluğu için devlet gereklidir. Ancak bu devletin nasıl olması gerektiği yolunda birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Bununla beraber, kişiyi mutlu kılacak devletin toplumcu bir devlet olmasında birleşmektedirler.

Campanella'nın Güneş Ülkesi (Civitas Solis), Topraban adasındadır (Seylan). Ülke, yedi bölgeye ayrılmıştır ve her bölge bir yıldızın adını taşımaktadır. Tepedeki tapınağın içinde yedi şamdan yanıyor. Pythagoras'tan kalma sayı mistikliğinin Campanella'da da sürüp gittiği görülmektedir. Koyu dinci olan bu devletin başında büyük metafizikçi ya da sol adını taşıyan bir papaz vardır. Campanella, böylelikle, Mesih Monarşisi (Monarchia Messiae) adlı yapıtında savunduğu, bütün prenslerin papanın yönetimi altına girmeleri düşüncesini de gerçekleştirmektedir. Büyük metafizikçi işbaşına seçimle gelir, koltuğunu bilgeliğin gücüyle kazanmıştır. Daha açık bir deyişle, büyük metafizikçi, güneş ülkesinin en bilge kişisi olduğu için seçilir. Ömrünün sonuna kadar bu koltukta oturabilir. Ancak, kendisinden daha bilge bir kişi yetişirse büyük metafizikçiliği ona bırakmak zorundadır. Büyük metafizikçi ya da sol, memurlarını kendi seçer. Kesin ve karşı konulmaz yetkileri vardır. Kendisinden daha bilge bir kişi yetişmediği sürece bir çeşit diktatördür. Dinsel ve siyasal yönetim, tümüyle ona bırakılmıştır. Kendi seçtiği üç büyük bakan vardır. Pon (pouvoir, güç) adını taşıyan güç bakanıdır, askerlik ve savaş gibi güce dayanan bütün işleri o yönetir. Sin (sagesse, bilgelik) adını taşıyan bilgelik bakanıdır, dinsel ve eğitimsel bütün işleri o yönetir. Mor (amour, aşk) adını taşıyan aşk bakanıdır, sağlık işleriyle cinsel işleri o düzenler.,

Platon, özel mülkiyeti sadece yöneticiler için ve en iyi yönetmeyi sağlamak amacıyla yasaklıyordu. Thomas More, özel mülkiyeti eşitliği sağlamak ve kötülüklerin kökünü kurutmak amacıyla bütün vatandaşlara yasaklamıştır. Campanella bu konuda Thomas More'a katılmaktadır. Güneş ülkesinde de özel mülkiyet bütün vatandaşlar için kaldırılmıştır. Her şey devletindir. Güneş ülkeliler birlikte üretip birlikte tüketmektedirler. Thomas More'un yasakladığı lüks üretime Campanella izin vermektedir. Ona göre, kişilerin mutluluğu için lüks de gereklidir. Platon'un sekiz saat olarak yasalaştırdığı çalışma yükümü (mükellefiyet), Tomas More'da altı saat, Campanella'da dört saattir. Çalışma saatlerinin gittikçe azalmasının nedeni, planlı çalışmanın az emeği gerektirdiği düşüncesidir. Campanella'ya göre lüksü de içine alan bütün üretim için vatandaşların dört saatlik çalışmaları yetecektir. Böylelikle vatandaşlar eğlenmeye, güzel sanatlarla uğraşmaya, Tanrı'ya bağlanmaya daha çok vakit bulacaklar ve daha mutlu olacaklardır. Güneş ülkesinde tembellik suçtur ve cinsel birleşmeden yoksun bırakılmak cezasıyla cezalandırılmaktadır.

Platon, aileyi de özel mülkiyet gibi sadece yöneticiler için ve iyi yönetmeyi sağlamak amacıyla yasaklıyordu. Thomas More aileye dokunmamış, tersine, aileyi desteklemişti. Campanella bu alanda Platon'la birleşmektedir. Güneş ülkesinde aile yoktur, kadınlarla erkekler evlenmeden birbirleriyle birleşirler. Çocuklar, Platon'da olduğu gibi , toplumundur, ana babalarını tanımazlar. Devlet onları toplu olarak büyütür, eğitir ve iyi vatandaş yapar. Ancak, Thomas More özel mülkiyet yasağını Platon'a karşı nasıl bütün topluma yaymışsa, Tommaso Campanella'da aile kurmak yasağını Platon'a karşı bütün topluma yaymaktadır. Bir başka deyişle, Platon'da sınıflar vardır ve yasaklar bu sınıflar için ayrı ayrıdır; Thomas More'la Tommaso Campanella'da sınıflar yoktur, konulan yasaklar da bundan ötürü bütün toplum içindir. Güneş ülkesinde aile bulunmadığı halde cinsel birleşmeler pek o kadar kolay değildir, isteyen istediğiyle birleşemez. Kimin kiminle birleşeceğine memurlar karar verir. Bu yasa, aşk bakanının yürütmek zorunda bulunduğu başlıca görevlerden biridir. O kadar ki, aşk bakanı, sadece insanların yetkinliğiyle değil, hayvanların yetkinliğiyle de görevlidir. Bu açıdan üretim araçları olarak ele alınan insanlar ve hayvanlar, yetkin olmalıdırlar.

Aile konusunda Campanella'nın bir özelliğide, Thomas More'un özel mülkiyette bulduğu bütün kötülükleri ailede bulmasıdır. Thomas More bütün kötülüklerin (hırsızlık, kavga, öldürme, kıskançlık, yalan) kaynağını özel mülkiyetin varlığında bulmaktaydı. Tommaso Campenella da bütün bunların kaynağını ailenin varlığında bulmaktadır. Ona göre kötülüklerin tümü kadına ve çocuklara verilen değerden doğar. Bu değerler ortadan kalkarsa kötülükler çok azalacaktır. Bu noktada da More'la Campanella arasında bir ayrılık vardır. More, özel mülkiyetin kaldırılmasıyla kötülüklerin tümüyle ortadan kalkacağına inanıyordu. Campanella, ailenin kaldırılmasıyla kötülüklerin büsbütün ortadan kalkacağına inanmıyor, sadece azalacaklarını söylüyor. Bu düşüncesinin sonucu olarak da Güneş ülkesinde güçlü bir ceza hukuku ve ceza sistemi vardır.

Campanella'nın pratik etkileri, Platon'la More'a göre, çok geniş olmuştur. Öncelikle, pratik alanda hiçbir yankı uyandırmadıkları halde, Tommaso Campanella uzun bir süre gerçekleşmiştir. Kalabriya ayaklanması, Güneş ülkesinin gerçekleştirilmesi için yapılmıştır. Rinaldi adındaki bir sosyalist şefin yönetiminde yapılan ayaklanma, önceden haber alınıp bastırılmasaydı, Campanella'nın düşü, daha o yaşarken gerçekleşecekti. Bu ayaklanmaya otuz çektirmeyle Türkler de katılmışlardır.

Campanella'nın öldüğü yıl olan 1639'da, cizvit papazları, onun düşünü Paraguay'da gerçekleştirdiler. İspanya'nın olayı önemsememesinden yararlanan papazlar, Paraguay yerlilerini Güneş ülkesi örneğine uygun olarak örgütlediler. Toprak mülkiyeti, Tanrı'ya (Paraguay yerlilerinin dilinde Tupanbak) bırakılmıştı. Ülke otuz köye ayrılmıştı. Üretim, Tanrı için yapılmaktaydı, tüketimse bütün vatandaşlar içindir. Her köyde iki cizvit papazıyla bir yerli yardımcı, üretim ve tüketimi düzenliyordu. Ancak aileye dokunulmamış, aile cizvitlerce de, Thomas More'da olduğu gibi, desteklenmişti. Daha da ileri gidilerek, birtakım erdemsizlikler doğurduğundan ötürü bekarlık yasaklanmıştır. Evlenme zorunluğuna karşı, çocuklar toplumundu. Çocuk, memeden kesilinceye kadar ansında bırakılıyor, memeden kesilince toplumsal eğitime veriliyordu. Çocuklara, aileye bağlılık yerine topluma bağlılık duygusu aşılanıyordu. Çocuklar, koyu bir Katolik eğitimiyle yetiştiriliyorlardı. Esir avcılarından kaçan bütün yerliler Güneş ülkesine sığınıyorlardı. 1765 yılında ülkenin nüfusu yüz elli bine çıkmıştı. Paraguay Güneş ülkesi 1773 yılına kadar, yüz otuz yıl yaşadı. 1767 yılında, dinsel nedenler yüzünden, İspanyollar Paraguay'dan cizvit papazlarını kovdular. Yerliler, alıştıkları düzeni bir süre daha uyguladılarsa da sağdan soldan gelen baskılara dayanamıyarak dağılmak zorunda kaldılar. Tupanbak, topraklarını koruyamamıştı. Böylece, Tommaso Campanella'nın Katolik egemenliği ütopyası da tarihin derinliklerine karışmış oldu.

Orhan Hançerlioğlu - Düşünce Tarihi

26 Kasım 2010 Cuma

yeter artık çeker oldum bu cihanın gamını

yeter artık çeker oldum bu cihanın gamını,
kerem etse ecel alsa da halak etse beni
taleb etmem ne sururu ne de bir zevk demini
gama olanlar bedel olsa da halas etse beni


kerem : soyluluk, büyüklük, asalet
halâs : kurtulma
sürûr : sevinç
anlar : onlar

Atatürk'ün sevidiği hicaz eserdir. Buradan dinleyebilirsiniz :
http://cid-924934741e59ba7e.skydrive.live.com/self.aspx/.Public/02%20Yeter%20art%c4%b1k%20%c3%a7eker%20oldu%c4%9fum%20%c5%9fu%20cihan%c4%b1n%20gam%c4%b1n%c4%b1.wma

24 Eylül 2010 Cuma

dün yarın bugün

dününü iyi değerlendirip
yarına ders çıkaramadıkça,
yarının yükü biner omuzlarına.
geçmişini geride bırakarak değil,
ona dayanarak yaklaşabilirsin yarınlara.
ona varmak içinse bugünden öngörmen gerekir yarını.
vardığındaysa yine tatlı bir yük, omuzlarında geçmişin
ama unutma! bugünü yaşamak zorundasın.

...

büyüğünün hınzır küçüğü; yaşıtının burnu havadası; küçüğünün vakur ablası...
sKtrn gidin hepiniz yalansınız...

5 Ağustos 2010 Perşembe

paha biçilmez ayrıcalık

Her şey dinin yanında: vahiy, kehanetler, hükümetin koruması, en yüksek değer ve tanınmışlık... ve hepsinden öte, doktrinlerini çocukluğun körpe çağında zihne kazıma, dolayısıyla neredeyse doğuştan gelen fikirler gibi görülmelerini sağlama şeklindeki paha biçilmez ayrıcalık. - Arthur Schopenhauer

2 Ağustos 2010 Pazartesi

AT

Kurbanda AT kurban verecem kana susamış tanrılara. Belki serum yapmayı becerirler de kendilerini hastalıklarından kurtarırlar!

23 Nisan 2010 Cuma

kadın dediğin !

kadın dediğin, narin bir kadeh gibi olmalı. parmaklarınla nazikçe sarıp sarmalayıp belinden, şarabı içmeli.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Sahipsiz Aydın : Jiddu Krishnamurti

 üzerinde pek çok düşünür hakkında konuşulmuştur. Pek çok grup, felsefe, din öğretisi bu insanları sahiplenmeye çalışmıştır. Oysa şimdi bahsedeceğim insan tüm bu söylemlerin dışında bir insan, bir aydın ve özgürlük yolunda yalnız yürüyen belki de
modern Socrates. Adı Jiddu Krishnamurti. Felsefe ilgilenenler mutlaka ismini duymuşlardır. Ayrıntılı hayat hikayesini buradan inceleyebilirsiniz. Farklı olarak nitelendirilebilecek felsefesinden bahsetmek istiyorum.

 Krishnamurti kendi yazdığı bilinen bir eseri yok. Aslında bugüne kadar yazdığı söylenen tüm eserleri dünyayı gezerken yapmış olduğu sohbetlerin ve röportajların derlenmesinden oluşuyor. Türkiye'de Ayna Yayınevi tarafından çevrilmiş bu eserlerin listesini ve ulaşabileceğiniz online alışveriş kaynaklarını da listeledim.

13 yaşında "dünya öğretmeni" olarak adlandırılan ve 1929'da mesihlik yakıştırması yapılan Krishnamurti bu kavramların hepsini reddetmiştir. Yayınlanan kitaplarda tüm insanlığın çok zararlı bir bakış açısıyla kendi kendinin sonunu getireceğini ve hızla bu yolda yürüdüğünden bahsetmiştir. Kimsenin üzerine almayacağı bu nitelemenin aslında tüm insanlığı ilgilendirdiğini herkesin bambaşka bir bakış açısına geçmesi gerektiğini söylemiştir. Aşağıda vereceğim alıntı ile ne kadar farklı bir insan olduğunu ortaya koymaktadır.
"Sevgili ile ne demek istediğimi soruyorlar. Açıklayayım, siz istediğiniz gibi anlayın. Benim için O Krishna, Kuthumi, Maitreya, Buda... Bunların hepsi, ama hepsinin biçiminin ötesinde. Ne ad verdiğiniz ne fark eder ki?... Benim Sevgilim gökler, çiçekler, her bir insan. Ben Sevgilimle birleştim ... Ve siz Onu her bir hayvanda, her bitkide, acı çeken her insanda göremedikçe anlayamayacaksınız."
Krishnamurti ile ilgili Türkçe en geniş kaynak AYNA Yayınevi tarafından hazırlanmış. İlgilenenler buradaki sayfadan bu farklı aydın ile ilgili ayrıntılı bilgi, fotoğraf ve belgelere ulaşabilirler.


Buradan kaynadı : http://www.hafif.org/yazi/sahipsiz-aydin-jiddu-krishnamurti

31 Mart 2010 Çarşamba

uyuyan dimağlara yaz yağmuru etkisi yapar. ahmak ıslatandır bi biçimde. ne etkisini hissettirir bünyede ne de anlamını : THE MAN FROM EARTH